19 research outputs found

    Marinasyon yöntemlerinin kırmızı etin kimyasal ve organoleptik kalitesi üzerine etkisinin incelenmesi

    Get PDF
    Bu araştırmanın amacı farklı marinasyon yöntemlerinin dana etinin organoleptik özellikleri üzerine etkilerinin araştırılmasıdır. Bu çalışmada, İstanbul ilinde yerleşik bir marketten satın alınan 2 yaşı geçmemiş dana eti kullanılmıştır. Antrikot olarak bilinen bölgeden elde edilen etler, soğan suyu, ananas suyu ve süt içinde 4°C’de 6 saat marine edilmiştir. Marine edilmiş parçalar 10 dk ortam sıcaklığında bekletilerek, yüzey sıcaklığı 174°C olan ızgarada merkez sıcaklığı 55°C olana kadar ızgara tekniğiyle pişirilmiştir. Örneklerde, pişirme öncesi (marinasyon öncesi ve sonrası) ve pişirme sonrası; pH, ağırlık kayıpları ile su aktivitesi değerleri ölçümü yapılmıştır. Altı saat süren işlemde, kontrol örneğine göre soğan ve ananas sıvısı ile marine edilen etlerde pH düşüşü yaşanırken, süt sıvısı ile marine edilen etlerde pH artışı gözlemlenmiştir. Üç farklı marinat sıvısı ile marinasyon işlemi yapılmış etin ortalama duyusal analiz puanları süt marinatı için %23,9±1,7; soğan marinatı için %30,7±2,7; ananas marinatı için %15,5±4,5 bulunmuştur (f=92.1077; p=0,0001). Yapılan analizler sonucunda dana antrikot etinin ızgara pişirme işleminde minimum ağırlık kaybı ve maksimum nem aktivitesi açısından ve duyusal analiz sonuçlarının olumlu olması yönünden süt ile marine edilmesinin daha uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır

    Çocukluk çağı travmalarının erişkin dönem obezitesiyle ilişkisinin değerlendirilmesi.

    No full text
    Bu çalışmaya, Eylül 2014 ile Aralık 2014 tarihleri arasında, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Polikliniği’ne başvuran, beden kütle indeksine (BKİ) göre obez olan (BKİ≥30) 157 (111 kadın - 46 erkek) birey çalışma grubu, BKİ’ye göre normal (BKİ=18.5-25.0) vücut ağırlığında olan 157 (122 kadın-35 erkek) birey kontrol grubu olmak üzere toplam 314 birey katılmıştır. Çalışmada erişkin dönem obezitesi ve çocukluk çağı travmaları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bireylerin, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel çevresi, kalça çevresi ölçümü antropometrik ölçüm tekniklerine uygun yapılmıştır. Sosyo-demografik veri formu yüz yüze anket yöntemiyle uygulanmıştır. Çocukluk çağı travmalarını belirlemek için, 20 yaş öncesi istismar ve ihmal yaşantılarını geriye dönük nicelik olarak değerlendirmede kullanılan, Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği gösterilmiş öz bildirime dayalı Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (CTQ-28) kullanılmıştır. Obezite ile benlik saygı düzeylerini değerlendirmek için de Rosenberg Benlik Saygısı ölçeği uygulanmıştır. Çalışma grubunun yaş ortalaması 31.5±7.2 yıl ve kontrol grubunun 30.2±7.8 yıl olarak belirlenmiştir (p>0.05). Ortalama BKİ değeri, çalışma grubuda 34.3±6.4 kg/m2 kontrol grubunda 22.7±2.9 kg/m2 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Çalışma grubunun CTQ ortalama puanı 42.6±10.5 kontrol grubu ise 37.2±6.6 bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubunda fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar, duygusal ihmal, cinsel istismar bildirme sıklığı sırasıyla %26.1, %80.3, %59.2, %89.8, %31.2, kontrol grubunda %13.1 %69.4 %42.7 %86.6 %21.7 olarak bulunmuştur. Fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar ve cinsel istismar bildirme sıklıkları çalışma grubunda anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Duygusal ihmal bildirme sıklığında ise gruplar arası anlamlı fark yoktu (p>0.05). Çalışma grubu için travmatik bir deneyime maruz kalma sıklığı %68.8 iken, kontrol grubunda %38.8 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Obez bireylerde düşük benlik saygısı bildirme sıklığı obez olmayan bireylere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). In this study, a total of 314 individuals (111 female and 46 male with a BMI ≥ 30; 122 female and 35 male (n=157) with a BMI between 18.5 and 25) were attended among those who applied to the Nutrition and Dietetics Department of Fatih University Medical School Hospital from September 2014 to December 2014. The aim of this study was to assess the relationships between childhood traumas and adult obesity. The body weight, height, waist circumference and hip circumference measurements of the participants were completed based by anthropometric measurement techniques. Socio-demographic data form was conducted by face to face interview technique. The CTQ-28 method, also known as the self report childhood trauma scale to evaluate retrospectively the quantity of abuse and neglect experiences before 20 yr-old was used to determine the childhood trauma. The level of self-esteem was determined by the Rosenberg Self-Esteem Scale. The mean age and BMI were found to be as 31.5±7.2 and 34.3±6.4 in the experimental group, and 30.2±7.8 and 22.7±2.9 in the control group, respectively. The mean CTQ rate was determined 42.6±10.5 for the experimental group while it was 37.2±6.6 for the control group. The frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse were 26.1%, 0.3%, 59.2%, 89.8% and 31.2% for the experimental group, and 13.1%, 69.4%, 42.7%, 86.6% and 21.7%, respectively. Especially, the frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse in the experimental group were significanlty high (P<0.05) whereas there was no significant difference between both of the groups based on frequency of emotional neglect reporting (p>0.05). The frequency of exposure to having a traumatic experience was 68.8% for the experimental group. However, it was 38.8% for the control group (p<0.05). In the same manner, the frequency of low self-esteem reporting in the obese individuals was considerably higher than non-obese individuals (P<0.05)

    A new trend in gastronomy: Culinary medicine chef

    Full text link

    ADULT OBESITY AND CHILDHOOD PYSCHOLOGIAL TRAUMA

    No full text

    Role of microbiota in thyroid diseases

    No full text
    Bağırsak mikrobiyotası, konakçının sindirim ve immünolojik homeostazını sağlaması için gereklidir. Mikrobiyota homeostazı bozulduğunda ve disbiyoz meydana geldiğinde, epitel bariyerin bozulması başta immünolojik ve metabolik olmak üzere bağırsak ve sistemik bozukluklara yol açmaktadır. Bağırsak yolunun rolü, eksojen ve endojen iyodotironinler dahil olmak üzere besinlerin, ilaçların, hormonların, tiroid homeostazında yer alan mikro besinlerin metabolizmasında çok önemlidir. Yapılan çalışmalarda, bağırsak disbiyozu daha çok otoimmün tiroid hastalıklarında, tiroid karsinomunda tespit edilmiştir. Buna ek olarak, tiroid hastalıklarında bakteri çeşitliliği ve plazma tiroid parametreleri ile bakteri çeşitliliği arasında korelasyon gözlenmiştir. Buna rağmen tiroid homeostazı ile mikrobiyota bileşimi arasındaki bağlantı henüz netliğe kavuşmamıştır. Tiroid hastalıklarından muzdarip hastaları tedavi ederken, önerilecek probiyotik desteğinin, bağırsak bileşimine uygun yapılması konusunda ilgili klinik çalışmalara ihtiyaç olduğu görülmektedir.The intestinal microbiota is essential for the host to ensure digestive and immunologic homeostasis. When microbiota homeostasis is impaired and dysbiosis occurs, the malfunction of epithelial barrier leads to intestinal and systemic disorders, chiefly immunologic and metabolic. The role of the intestinal tract is crucial in the metabolism of nutrients, drugs, and hormones, including exogenous and endogenous iodothyronines as well as micronutrients involved in thyroid homeostasis. In the studies, intestinal dysbiosis was detected mostly in autoimmune thyroid diseases and thyroid carcinoma. In addition, a correlation was observed between bacterial diversity and plasma thyroid parameters and bacterial diversity in thyroid diseases. However, the link between thyroid homeostasis and microbiota composition has not yet been clarified. When treating patients suffering from thyroid diseases, it is seen that there is a need for relevant clinical studies on making the probiotic supplement to be recommended in accordance with the intestinal composition

    Analysis of the Impact of Human Activities on Indoor Air Quality with Internet of Things Based e-Nose

    No full text
    Air pollution has become a severe problem in most of the world and is among the governments' priorsubjects. In the present time, urban dwellers spend most of their time in confined spaces such as home,office, school, shopping malls, and gyms. Contaminant gases (CO2, CO, NO2) and particulate mattersarising from occupant activities such as exercise, sleeping, cooking, smoking, and cleaning are among themost critical factors which influence indoor air quality. Such gasses and particulate matter depend onhuman activities lower indoor air quality; hence, they cause many serious health problems, especiallyrespiratory tract, cardiovascular and dermatological diseases.In this study, the indoor air quality of housing is examined depending upon occupant activities. Air qualityparameters of temperature, humidity, CO2, CO, PM10, NO2, which are collected from the bathroom,kitchen, living room and bedroom of the housing, are measured using 32-bit ESP32 controller and a set ofair quality sensors Obtained air quality data is saved to cloud server by the help of mobile user interfacedeveloped through Blynk IoT platform. As a result of the analysis, it is observed that occupant activitieslike sleeping, shower, laundry, and cooking adversely affect indoor air quality</p

    Türkiye'nin 2014-2018 Yılları Arasındaki Elektrik Üretimi Kapasitesi ve Kaynaklara Göre Analizi

    No full text
    : Enerji, insanlığın varlığı ile ortaya çıkmış ve çağımızda sürekli büyüyenbir ihtiyaçtır. Elektrik enerjisi, kullanım kolaylığı nedeni ile en fazla talepedilen enerji türüdür. Türkiye gibi nüfusu artan ve gelişmekte olan ülkelerde,elektrik enerjisine olan talep, sürekli artmaktadır.Bu çalışmada, lisanslı kurulu güç ve en yüksek talep miktarı, lisanslı ÜretilenElektrik Enerjisi miktarının kurum ve kaynaklara göre dağılımı, LisanslıTüketilen Elektrik Enerjisi Miktarı, Üretim Tüketim Kapsama Oranı, DoğalGaz, İthal Kömür, Hidroelektrik Santraller ve Elde Edilen Enerji VerimliliğiSektör bazında tüketim analizine ilişkin bilgiler, 2014-2018 yılları arasındaEnerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) raporlarına dayanılarakdeğerlendirilmiştir. Ayrıca, 2018 yılından bu yana önümüzdeki on yılı221kapsayan Türkiye Elektrik Talep Projeksiyonları raporunda belirtilentahminlere yer verilmiştir.</p

    A Food Safety and Health Issue: Fish and Fish Products Allergens

    No full text
    Gıda alerjisi, önemli bir gıda güvenliği ve halk sağlığı sorunudur. Gıda alerjenleri cilt ve sindirim sistemi rahatsızlıklarından başlayarak, anaflaktik şok gibi yaşamı ciddi şekilde riske atan alerjik reaksiyonlara kadar yol açmaktadır. İnsan beslenmesinde önemli yeri olan balık ve balık ürünleri, alerjik vakalardan sorumlu ß-parvalbumin maddeler gibi sağlık riskleri de taşımaktadır. Balık ve balık ürünleri, dünyada gıda kaynaklı alerjilerin neredeyse %95’inden sorumlu ilk sekiz besin maddesi arasındadır. Gıda Kodeksleri, balık ve balık ürünlerini alerjen bileşenler veya alerjen işlem yardımcıları olarak kabul etmekte ve ürün etiketinde belirtilmesini zorunlu tutmaktadır. Avrupa Alerji ve Klinik İmmünoloji Akademisi, balık ve balık ürünlerinde ß-Parvalbumin üst miktarını 0,1 mg/100 gr balık eti olarak vermektedir. Bu çalışmada, bir gıda güvenliği ve sağlık sorunu olan balık ve balık ürünleri kaynaklı alerjenler hakkında okuyucuya bilgi vermek amaçlanmıştır.Food allergy is a severe issue of food safety and public health. The allergens of food-origin mainly cause some symptoms such as dermatitis and gastrointestinal disorders, even leading to potentially life-threatening reaction called anaphylaxis. Fish and fish products are not only a valuable source of nutrients, but also a potential source of ß-parvalbumins responsible for allergic reactions, leading to severe life-threatening health risks. Fish and fish products are among the first eight foods responsible for 95% of the foodborne allergic cases all over the world. All the food codexes has listed the fish and fish products as the common causes of allergic reactions, and included on the list of foods and ingredients that must be declared on food labels. The European Academy of Allergy and Clinical Immunology has determined the upper level of ß-parvalbumine in fish and fish products as 0.1 mg/100 g fish meat. The objective of this study was to inform the reader about fish and fish products allergens that are considered as a food safety and health issue

    Menu Engineering in the Restaurant Business: A Study on Kitchen Chefs

    No full text
    <jats:p xml:lang="tr" /
    corecore